LEİBNİZ
"Neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var?"
Evrenin doğuşuyla ilgili bir kurama,Yunanca "evren" anlamına gelen kozmos ve "üreme" anlamına gelen gonos ("gonad"la aynı kökten gelir )sözcüklerinin birleşimiyle kozmogoni denir.Antik yunanlılar,yaradılışın mitlerinin örneklediği mitsel-şiirsel türe karşılık rasyonel kozmogoninin öncüleriydi.Amam Yunanlılar neden hiçbir şey olmayacağına bir dünya olduğu sorusunu sormamıştı.Kozmogonileri her zaman ,genelde karman çorman bir başlangıç malzemesi içiriyordu.Doğal dünyanın bu ilksel karmaşıklığa bir düzen dayatıldığında ortaya çıktığına inanıyorlardı;Kaos kozmos haline gelmişti.(kozmos ve kozmetik sözcüklerinin Yunanca "süsleme"ya da "düzenleme" anlamına gelen aynı kökten gelmesi ilginçtir.)Bu ilk kaosun ne olabileceğine yönelik Yunan filozofların çeşitli tahminleri vardı.Thales'e göre,sudan oluşuyordu,bir tür ur-Okyanusu'ydu. Heraklitus'a göre,ateşti.Anaksimander'e göre çok daha soyut "sınırsız" denilen belirsiz bir maddeydi .Platon,Aristoteles'e göre bilimsellik öncesi bir uzay kavrayışı olarak anılabilecek biçimsiz bir alt katmandı.Sadece ebedi olduğu varsayılıyordu.Ne olursa olsun kesinlikle hiçlik değildi,Yunanlılar için bu fikir akıl almazdı .Hiçlik İbrahim geleneğine de yabancıdır.Tekvin kitabında Tanrı,dünyayı hiçlikten değil,toprak ve sudan oluşan,"biçimsiz ve boş(ibranice tohu bohu'dan)bir kaostan yaratır.Fakat Hrıstiyanlığın ilk dönemlerinde,yeni bir düşünme biçimi geçerlilik kazanmaya başlamıştır.Tanrı'nın bir dünya yaratmak için bir tür malzemeye ihtiyacı olduğu düşüncesi,onun sonsuz olduğu varsayılan yaratıcı güçlerine bir sınır çiziyormuş gibi görünüyordu.Böylece yaklaşık olarak ikinci ya da üçüncü yüzyılda,kilise yepyeni bir kozmogoni geliştirdi.Dünyanın onu yaratmak için önceden mevcut bir malzeme gerekmeksizin,sadece Tanrının yaratıcı kelimesi ile varlık bulduğu ilan edildi.Bu ex nihilo yaratılış öğretisi İslam teolojisinin de bir parçası oldu,Tanrının varlığını açıklayan kelam argümanda boy gösterdi.Orta çağ Yahudi düşüncesine de sızdı Yahudi filozof Maimonides(ibn meymun)Tekvin'in giriş bölümüne dair okumasında Tanrının dünyayı hiçlikten yaratmasını doğruladı..Tanrı'nın dünyayı hiçlikten yarattığını söylemek,hiçliği ilahi olanla aynı düzeyde bir oluşum katına yükseltmek anlamına gelmez.Sadece Tanrı'nın dünyayı bir şeyden yaratmadığı anlamına gelir.Başka Hıristiyan teologların yanı sıra Saint Tomas Aquinas da bunda ısrar ediyordu.Yine de ex nihilo yaratılış öğretisi ,sahici ontolojik olasılık olarak hiçlik fikrini onaylıyormuş gibi görünür.Hİçbir şey olmayacağına neden bir dünya olduğu sorusunu sormayı kavramsal olarak mümkün hale getirmiştir.Bundan birkaç asır sonra nihayet biri,züppece ve suç ortaklığına yatkın bir Alman saray mensubu,gelmiş geçmiş en büyük beyinler arasında sayılan Gottfried Wilhelm Lebniz,bu soruyu sormayı akıl etti .Sene 1714'tü .O sıralarda 68 yaşında olan Lebniz uzun ve saçma denilecek derecede üretken bir meslek hayatının son dönemine yaklaşmıştı.Newton'la aynı dönemlerde ondan hayli bağımsız kalkülüsü icat etmişti .Mantık biliminde, bir hamlede bir devrim yaratmıştı."monad"denilen ruha benzer birimlerin sonsuzluğuna ve daha sonra Voltaire'in Candide'de acımasızca alaya aldığı "bu dünyanın olası dünyaların en iyisi olduğu"önermesine dayanan fantastik bir metafizik yaratmıştı.Bir filozof bilim insanı olarak şöhretine rağmen Leibniz,kraliyete mensup işvereni Prens Georg Ludwig Britanya'ya gidip Kral 1. George olarak taç giyince Honover'de kaderine terk edildi.Leibniz'in sağlığı bozuluyordu ,iki yıl sonra öldü .Leibniz,"doğa ve Zarafetin Akla Dayanan İlkeleri" başlıklı deneme de dahil son felsefi yazılarını kasvetli bir ortamda yazdı .Bu denemede özü itibarı ile her olgunun bir açıklaması ,her sorunun bir cevabı olduğunu söyleyen "yeterli sebep ilkesi" dediği şeyi ileri sürüyordu Leibniz,"bu ilkeyi dile getirdikten sonra,sorma hakkına sahip olacağımız ilk soru "Neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var?" sorusudur diye yazmıştı.
Leibniz'e göre,göze çarpan cevap basitti.Mesleğinde ilerleme kaydedebilmek için her zaman dini ortadoksluktan yana yontarmış gibi yapmıştı.Dünyanın varoluş sebebinin,onu kendi özgür tercihiyle,sonsuz iyiliği ile harekete geçerek yaratan Tanrı olduğunu ilan ediyordu.
Peki ama Tanrı'nın kendi varoluşunun açıklaması neydi? Leibniz'in bu soruya da verilecek bir cevabı vardı.İhtimallere dayalı olarak varolan evrenin tersine,Tanrı zorunlu bir varlıktı kendinde kendi varoluşunun nedenini de içeriyordu.Onun yok olması mantıksal olarak imkansızdı .Özge'nin yorumu Tanrı özgür iradesiyle evreni yaratmadı eğer daha önce bir deneyimi yoksa ortada özgür irade de yoktur tanrı olabilmesi için yaratması birinci tek koşul.Tanrılık gereği varolması fikri de bu üzerinde tartıştığımız" neden hiçbir şey olmayacağına bir şey oldu" sorusu kadar güzel ikinci eşiği atlatan bir bakış ve Leibniz hasta ,çok yorgun ve en yaşlı zamanlarında yaratıyor bu fikirleri .Evren Tanrı yüzünden var Tanrı da Tanrı yüzünden vardı.On sekizinci yüzyılda,Hume ve Kant ikisi de birbirlerine çoğu zaman ters düşseler de "zorunlu varlık" mefhumuna ontolojik bir aldatmaca olduğunu söyleyerek saldırdılar.Hume "var-oluş olarak algılayabildiğimiz bir şeyi Yok-oluş olarak da algılayabiliriz diye yazıyordu."dolayısıyla yok oluşu bir çelişki ifade eden hiç bir varlık yoktur" Tanrı dahil.
Ama Tanrı zorunlu olarak mevcut değilse,bu durumda yepyeni bir ;metafiziksel olasılık kendini gösteriyodu.Mutlak hiçlik olasılığı;bir dünyanın,in Tanrı'nın,hiçbir şeyin olmaması.Ne var ki tuhaftır,ne Hume ne Kant "neden hiçbir şey olmayacağına bir şey var?"sorusunu ciddiye almıştı.Hume'a göre bu soruya verilecek herhangi bir cevap" sadece safsata ve yanılsama" olacaktı;çünkü böyle bir cevap hiçbir zaman deneyimimizle gerekçelendirilemezdi.Kant'a göre varlığın tamamını açıklama girişimi deneyimimizin dünyasını yapılandırmak için kullandığımız kavramların(nedensellik ve zaman gibi kavramların) gayrimeşru bir biçimde genişletilmesinin,bu dünyayı aşan bir gerçekliği,"kendinde şeyleri" kapsamasını gerektirecekti.Kant ,bunun sonucunun sadece hata ve tutarsızlık olacağına inanıyordu .Sonrasında büyük karamsar Schopenhauver,varoluş gizeminin "metafizik saatinin hareketini devam ettirin denge çarkı"olduğunu söylemiş olsa da bu gizemi çözmeye çalışanlara "budalalar" demiştir. Schelling'de onlara katılsa da dünyanın ebedi hiçlik uçurumundan anlaşılmaz bir sıçramayla doğmuş olduğu hissinde olduğunu söyleyebilecekti.Bergson'a kadar uykuda kalan bu soru onun da yoğun bilme çabası zaten hiçliği bilemeyeceğimiz konusunda kilitlendi.Heideger'i hiç etkilemedi;ona göre hiçlik çok gerçekti sorunu etimonoloji ile çözmeye çalıştı ve cevabı bir ömür bekleyebilmek olduğunu söyledi.Heidegger Kıta Avrupası'nda etkili hain ve kibirli bulabileceğimiz bir adamken aynı yıl doğan İngilizce konuşulan dünyada etkin olan Wittgenstein'ı cesur ve çileci olarak tanımlanır "Mistik olan şey, dünyadaki şeylerin nasıl olduğu değil,ama dünyanın var olmasıdır," dünyanın varoluşu ve estetik mucizesini açıklama çabasına girmek nafileydi.Ona göre böyle bir girişim insanı dilin sınırlarının ötesine geçmeye,söylenemeyecek olanın alanına girmeye zorluyordu.Sorumuza saygıyla bakıyor ama nihayetinde "bilmece yoktur" diyordu.Mantıksal pozitivistler Hume'un varisi Ayer 1949 mesela Rahip Copleston'la girdiği tartışmada soru yine aynıydı .Rahip buna Tanrının varlığının "fenomenlerin nihai ontolojik açıklaması" olduğunu görmenin bir yolu derken Ayer ise "diyelim ki 'her şey nereden geldi' diye soruyorsunuz.İşte,bu belli bir olayla ilgili olarak son derece anlamlı bir sorudur.Ama bu soruyu genelleştirirseniz,anlamsız hale gelir.Bu durumda bütün olaylardan önce hangi olayın geldiğini soruyor olursunuz.Açıktır ki bütün olaylardan önce gelen hiçbir şey olamaz.Çünkü böyle bir olayda dahil olması gereken bütün olaylar sınıfına mensuptur,dolayısıyla onlardan önce gelemez.Ortadoksluk iki tür hakikat olduğunu söylüyordu:Mantıksal hakikatler ve ampirik hakikatler .Mantıksal hakikatler kelimelerin anlamlarına dayanıyordu .Kelimelerin ifade ettiği zorluklardı,örneğin "bütün bekarlar evlenmemiştir" kelimeleri sözel bir zorunluluk ifade ediyordu.Oysa tersine ampirik hakikatler duyuların topladığı kanıtlara dayanıyordu.Bilimsel araştırmanın alanına giriyorlardı.Dünyanın neden var olduğu sorusunun bilimin menzilinin dışında kaldığı, genel olarak kabul ediliyordu.Ne de olsa bilimsel bir açıklamanın bir parça hakikati başka bir hakikat parçalarıyla açıklaması gerekiyordu,asla bir bütün olarak hakikati açıklayamazdı.Bu yüzden de dünyanın varoluşu ancak çıplak bir hakikat olabilirdi.Russell'la bağlayalım konuyu "evrenin var olduğunu,her şeyin bundan ibaret olduğunu söylemek zorundayım" Buraya kadar Jim Holt'un" varoluş üzerini dedektiflik hikayesi "isimli kitabından istifade ettim .Şimdi de yönümüzü Patrick Doorly'e Sanatta Hakikat isimli kitabına çeviriyoruz :bu serüvende sabırla okuduğunuz ve birlikte yolculuğumuzu değerli kıldığınız için teşekkür ederim.
LEİBNİZ | İndir