Balthus

Balthus anılar ,Derleyen; Alain Vircondelet ,Çeviri ;Orhan Suda ,alıntılar içermektedir.

Metinde adı geçen diğer ressam ve şairleri de inceledim, düşünce haritası net algılansın diye .İyi okumalar :  )

 

İnceleyeceğim ressam Balthus( 1908- 2001) Özellikle erotik çağrışımlı genç kız resimleriyle ün yapan Balthus,modern resmin öncü akımlarının hiç birine katılmamış ve İtalyan pirimitiflerinden,Cezanne'dan,Bonnard'dan,Uzakdoğu resminden esinlenen 'figüratif' bir biçemi sonuna dek korumuş olmasına karşın,gerek Picasso,Giacometti,Jouver,Char gibi sanatçı veyazarlar,gerekse döneminin önemli eleştirmenleri tarafından,20.yy.en iyi ressamlarından biri olarak nitelendirilir.Balthus anılar derleyen Alain Vircondelet.Türkçe çeviri Orhan Sudan. Başka çok sayıda kaynaktan istifade ederek inceleyeceğiz ressamımızı. Victor Hugo'nun Cezanne alayını düşünüyordum:O da yoksulların arabasını yeğlemişti son komutana gitmek için.İlk balçık,Pantheon kadar değerlidir.Her ikisi de anlatılmazı barındır kendi içinde.

 

Bir gün,yeni binyılın çocukları çağımızın resmine baktıklarında,bunca akımın ünlendirdiği XX.yüzyılında, iki yalnız adamın,Balthus'le Pİcasso'nun egemen olduğunu hayretle göreceklerdi.Picasso,insanlara yeni bir dünya görüşü dayattığı için,Tanrı'nın yaratmış olduğunu yıkıp yeniden inşa etti;bir özel adı,cins adına dönüştürdü.Saflığın ve çift anlamlılığın tutkunu Balthus,görüneni yoğurarak aşkınlığa dönüştürdü;Masaccio'nun-ve o pek sevdiği-Piero della Francesca'nın ardından,ruhun ressamı oldu.Aydınlık bir bilincin ve körleşmiş duyuların yer ettiği bir bedenin kırılganlığına bağlı o gizemli rusallığı simgelemek için büyük İtalyan ressamları,şeytan'ın acı çektirdiği göksel yaratıklar çıkarttılar yokluktan.Oysa Balthus,onları değil ergenliğin sancılı ve tadına doyulmaz sıkıntılarını çeken ,tomurcuklanmış genç kızları yeğledi

 

Meleklerin cinsiyeti var mıdır?Ya da Teiresias gibi iki cinsiyetli midirler?Baltus bilmezlekten geldi bu gereksiz tartışmayı ve deviniminden daha baskın tedirgin edici bir devinimsizliğe dönüştürdü onların kanatlı hafifliklerini.Hiçbir zaman göz kırpma yoktur Balthus'te,küstah ve kılı kırk yaran bir yüreğin atılımları vardır sadece.Onun yeni yetme kızları,bacaklarını dalgınlıkla ve belli belirsiz açıyorlarsa eğer,dünyanın kökenini simgeleyen bu kutsal kavkıyı yüceltmek içindir.Günahın dine aykırı düşmediği bir dindir onun sanatı ve kutsal iletinin,çocukların erişebileceği yerlere bırakılmaması gerektiğini hatırlatır çoğu zaman Tanrı bedeni, bedenin arzularını,şeytana uymalarını,günahlarını pek hor görmediği içindir ki oğlu İsa'yı bunlarla yoğurdu ve insanlara teslim etti.Ruhun soloğudur arzu;ve hem içimizdeki hem dışımızdaki bu arzudur,modellerinin bakışında Balthus'un açığa vurduğu.

 

Balthus-Dali'nin hatta Magritte'nin tersine-gerçeküstücülüğü hiçbir zaman dayanak ya da bir çıkar kaynağı olarak kullanmadı.Mesajını özümseyip başkalaştırdı onu;kısacası gösterişçiliğin ve gözalıcı çığırtkanlığın yerine,Balthus'ü yarattı,eşsiz bir biçimde.Önceden tasarlama yoktur onun bilgelik ve düş yüklü resimlerinde.Balthus göz kamaştırmak istemez,büyüler;tedirgin etmez allak bullak eder;kışkırtmaz coşturur.Erdemi açık saçıklığın aynasına dönüştürerek,yeniden oluşturduğu ışığını, kendi toprak ve ten renklerini sunar güncele.

 

Bir tiyatro yönetmeni değildir Balthus, sesizliği kanatan bir zanaatkardır,görgü kurallarını altüst eden bir şairdir.Erotizmi bir ilahiye dönüştürerek dikizcileri aylakları düş kırıklığına uğratır.

 

Kendi ağzından resmini anlatmasına kulak verelim, resmi ve hayatından kesitler.

 

Ağır ağır, acele etmeden.Tuvale bakmak,onun önünde derin düşüncelere dalmakla geçen bu saatleri seviyorum.Onu seyretme geçen saatleri.Kendi sessizliklerine sarmalanmış benzersiz saatler bunlar.Kocaman soba gürül gürül yanar kışın.Atölyenin bildik gürültüleri;Setsuko'nun(setsuko eşi) boyaları karışı,fırçanın tuvale sürtünüşü,sessizliğe bürünmesi her seyin.tuval üstünde kendi gizlerine gömülmüş biçimlerin belirmesine,çoğu zaman belli belirsiz yapılmış ve tablonun konusunu,sınırsız bilinmeyen bir başka şeye yönelten değişikliklere başlamaya hazırla kendini.

 

Zamanın evcilleştirilmesi,içinde yaşadığım iklime uydurulması gerektiği düşüncesini,zamana anlam vermek biçiminde anlıyorum.Tuvale harcanmış zaman sayesinde tanrısal esine ulaşmak.Resim Tanrısal gizeme erişmenin,Tanrı katından bir kaç parıltı devşirmenin aracıdır.Böbürlenme değil bu alçakgönüllülük daha çok.Bir ışık parçası devşirecek konuma yerleşmek.Ruhsallık sarmış her yanını.Montecalvello'nun tüm pencerelerinden bir tablo serilir gözle önüne;Bir tablo ya da bir dua,aynı şeydir bu.Lekesiz bir saflıktır görünen;geçip giden zamanın yıkımından koparılmış bir andır.Ele geçirilmiş bir ölümsüzlüktür.Bir tabloyu yaklaşık on yılda yapmakla ün salmışımdır.Ne zaman bittiğini bilirim tablonun.Artık hiçbir fırça dokunuşu,başka hiçbir renk izi değiştirmeyecektir nihayet erişilmiştir o dünyayı,algılanmaz o gizli mekanı.Atölyede sessizlik içinde edilen uzun dua sona ermiş, sessiz seyre dalış son bulmuştur.Bir güzellik düşüncesine erişilmiştir.

 

Resim yapmak,hem bir iç zorunluluk,hem de bir zanaattır.Çağdaş resmin yanılgılarının,bu emek yoksunluğundan,bu zorunlu sessizliği umursamazlıktan kaynaklandığını tekrarlamak gerekir.Resim uzun bir süreçtir;ve bu süreçte her rengin,tıpkı bir müzik notası gibi,diğer renklerle bir araya gelmesini ve birlikte doğru sesi vermesini sağlamak gerekir.Evet renkler ancak diğer renklere oranla var olurlar.Müzikteki gibidir bu;örneğin bir ton belirlediğinizde-sol majör ya da sol minör gibi -her şey değişir.Bir başka renk kattığınız anda,başka bir şey meydana gelir.Tekrar ediyorum, bir renk ancak yanında bir başka renk olunca bir işlev kazanır,adeta bir tını üstlenir.Tablodur,bana zamanın çılgınca dönen tekerleğinin peşine takılmamayı öğreten şey.O koşmaz zamanın ardından.Ve erişmeye çabaladığım şey tablonun gizemidir.Devinimsizliktir.

 

Kimse düşünmüyor gerçekte resim sanatının ne olduğunu.Bir zanaattır resim,örneğin bir ırgatın,bir köylünün zanaattı gibidir.Bir çukur açmak gibidir.Hedeflenen amaca denk düşen,belli bir fizik çaba gerekir,gizemlere ulaşmak,olanaksız ,derin uzaklara ulaşmak gerekir.En eski yollara.Çok yakından tanıdığım Mondrian'ın,onun vaktiyle yarattığı her şeyi,örneğin o çok güzel ağaçları hatırladıkça üzülüyorum.Doğaya bakıyordu onu resimlemeyi biliyordu.Ama günün birinde soyut resme daldı.Çok güzel bir günde,akşamüzeri güneş henüz batarken,Giacometti'yle birlikte onu görmeye gittik.Alberto ve ben pencereden görülen o muhteşem manzaraya baktık.Batan güneşin son ışıklarıydı.Mondrian perdeleri kapattı ve artık bunu görmek istemediğini söyledi...

 

Ondaki bu değişme,altüst oluş beni hep üzdü.Ve modern sanatın sonradan yarattığı bu gariplikler,doğayı ihmal eden ve onun karşısında körleşen sözde entelektüellerin düzenlemeleri...Bunun içindir ki her zaman kendi tarzıma kıyasıya bağlı kaldım.ve resmin,her şeyden önce bir teknik olduğunu ,tıpkı odun biçmek herhangi bir yerde bir duvarda ya da toprakta gedik açmak gibi bir teknik olduğuna inandım.

 

Bu durum modern şiir için de geçerlidir.Hiçbir şey anlamıyorum modern şiirden.Bununla birlikte çok büyük şairler tanıdım.Örneğin bizim günümüzde bir kahraman yakın dostum Rene Char.Büyük klasik yapıtların duru güzelliğini,örneğin Pascal'ı ve özellikle,itiraflar'ını başucumdan hiç ayırmadığım Rousseau'yu her zaman modern şiire yeğledim.Onlarda buldum,büyük klasik ressamlarda da görülebilen o aydınlığını,Poussin'de hemen kendini gösteren bu elmas saydamlığını.Terk edilmişti Mozart'ta gördüğümüz,Rilke'nin de can attığı o aydınlık .

 

Resmimi anlatmayı hiç sevmedim,kendimi anlatmak yerine dünyayı resmimle anlatmayı yeğledim .

 

Her zaman bana örnek oldu;her şeyi açıklayabilen kişi oldu.Resim ve müzik birbiriyle kaynaşır,ikisi de aynı şeyden söz ederler,aynı titreşime ulaşmaya çalışırlar.Bu yetkinliğe ulaşmak istedim her zaman.Ne hayran olduğum Bach,ne de Beethoven,beni Mozart kadar yücelere ulaştırabildi.

 

Mozart'ın anlattığı,insanların tüm tarihidir,onların içtenlikleri ve yücelikleridir.Bunu en doğru olana,neredeyse insanın elini kolunu bağlayan bir yalınlıkla dokunarak yapar;aslında sanatında öylesine bilgili ,öylesine güçlüdür ki fark edilmez ve bu ustalığı dünyanın lirik şarkısını tüm çıplaklığıyla sunar bize.Resimde de bu yalınlığa erişmek gerekir.Tüm insanlarla bu kaynaşmayı,onları yüce kılan bu evrenselliği amaçlamak gerektiğini her zaman söyledim kendi kendime.Mozart dinleyerek dinlenirken,renklerinkine benzeyen bir heyecan yelpazesinin tüm basamaklarını duyumsarım;mizahı ,yakınlığı,mutluluğu,mutsuzluğu,şefkati,merhameti,acıyı...Evrensel devasa bir hazinedir onun eriştiği.Ben de alçakgönüllülükle bu kuyuya erişmeyi amaçladım çoğu kez,inançlarımdan sapmaksızın.

 

Piero della Francesca'nın freskolarıyla buluşuyordum.Kimse tanımıyordu o zamanlar ,dehası anca yeni keşfedildi.Onun freskolarıyla başbaşa kalmak gerçeküstü bir şeydi sanki,sahici resme,resimlerin en yücesi olduğunu sezinlediğim yapıtlarına tümüyle vermiştim kendimi.dünyanın gizemine eriştiğimden emindim .Geçlik yıllarım böyle geçti sürekli münzevi çıraklık içinde. Yalnızlığın tadı resmin gizemine,onun derinliklerine tek başına erişme arzusu,bu dönemden kaynaklanıyor.

 

Benim soyunmuş genç kızlarımın cinsel arzuları kamçıladığı iddia edildi.Aslında bu niyetle yapmadım o tabloları;böyle bir şey bayağı ya da geveze kılardı onları.Tam tersini yapmak, bir sessizlik ve derinlik halesiyle sarmalamak,çevrelerinde bir baş dönmesi yaratmak istedim.Bundan dolayıdır ki melekler gibi gördüm onları ben,başka bir yerden,gökyüzünden,bir idealden gelen yaratıklar gibi gördüm;birden aralanıp zamanı boydan boya geçmiş ve bunun görkemli,sihirli izini bırakmış bir yerden gelen varlıklar ya da düpedüz ikona imgeleri gibi.                    

 

 

Balthus BİR YAZ GECESİ RÜYASI isimli eserin oluşum sürecini anlatıyor.

Resim bu anlaşılmaz gizemine yaklaşmak ve onun açılanması,uzun bir zamana ve rastlantılara bağlı.National Gallery'ye yolladığım ve Poussin'in bir yapıtından esinlenerek yaptığım son tablolarımdan biri,çoğu kez farkında olmadığım halde beni yönlendiren sabırlı bir olgunlaşmanın sonucudur.Bu tablonun faklı halleri,ressamın kesin,bitmiş tamamlanmış diye düşündüğü şeye varmak için bıkıp usanmadan sürdürdüğü bu arayışı açığa vurur çoğu kez.Resmin konusu,bir "satyr"in yakalayıverdiği bir su perisiydi.Onun çıplak bedenini su yüzüne çıkarabilmek için uzun zaman beklemek zorunda kaldım.Hiçbir şey tam istediğim gibi olmuyordu.Bir an geldi ,tekrar sıfırdan başlamak için,her şeyin üzerine rosso pozzoli çektim.Ve sonra,deyim yerindeyse çok"doğal"bir biçimde çıplak beden,kayadan bir divanda yerini aldı ve birden bire,doğadaki çıplağın onun ışığının,kendiliğinden ayışığını gerektirdiğini gördüm.Setsuko tablonun üst köşesine tebeşir beyazıyla bir hilal kondurdu.Ve bu hilal sonunda,tablonun gerçekliğini ortaya çıkardı.Her şey tutarlılığa bürünüyor anlam kazanıyor,çıplak bedenin sedef beyazlığı aya vuruyor ya da tam tersi oluyordu;Du Bellay'nin,"sana sunuyorum bu yarı açmış gülleri.." şiirinin anısına biraz da Poussin'in çiçek açmış su perilerinin anısına-tuvalde yerini bulan ,karanfillerden örülmüş küçük çelenge varıncaya kadar her şey bedenin ortasında yükseldiği manzara,ezelden beri oradaydılar sanki.Karanfiller yaz'ı çağrıştırıyor,tuvalin tümü,yaz'ı simgeleyen bir tablo oluyor,başlığı da bunu doğruluyordu.

 

İşte bu belirsiz ve gizemli yaklaşım içinde oluşur ve düzene girer tablolarım;zora koşup yol göstermem onlara,bırakırım resim kendi kendini alıp götürsün ve el ,o sadık ve uysal alet,kaçınılmaz güzelliğe ve onun yol göstericiliğinde erişsin...

 

Yüce bir gerçeklik ve kendini zora koşma okuludur desen.Doğaya, onun en gizli geometrisine en yakın olunduğu yerdir.Resim böyle bir şeye el veremez her zaman,çünkü daha çok hayal gücü,daha çok mizansen,daha çok gösteri girer onun içine.Buna karşılık, desen insanı soyutlamaya zorlar adeta,çünkü yüzün ya da bedenin görünüşlerinin arkasına geçmek,onun ışığından yararlanmak söz konusudur.Daha çetin,belki daha mistik bir çalışmadır desen;ateşe,akkor yığınına ulaşmak söz konusudur,bazen birkaç çizgi yeterlidir ve ateş tüm geçiciliği,yanıp sönen parıltısı içinde çalınmış,yakalanmış olur.Ruhsal bir girişimde bulunmalıdır ressam,çünkü ateş ruhtur ve hayatın kendisidir.ressamın bakışında, yakalayabilme yetisinde varolan bir ruhtur,modelin gerçekliğini,doğasını en derin,en sarsıcı yapısını ele geçirmesini mümkün kılın.Sanki bir uzaklığın aşılmasıdır bu,örneğin Arthur Rimbaud'un söylediği gibi bir kahinlik durumuna ulaşılmasıdır.Bulunduğum dönemde Picasso hayranları iyice despotlaşmış ,ondan etkilenmemiş tüm ressamları faşist ,gerici,çağdışı,modası geçmiş olmakla itham ediyorlardı, bu da benim kendi kabuğumu kapanmama sebep oldu.Noailles Vikontes'inin,Mouron-Cassandre ailesinin,Miro'nun ve kızı Dolares in Rosabianca Skira'nın portrelerini yaptım...Resmetmek,betimlemek değil nüfus etmektir,kavramaktır.Giz'e erişmektir.Ve onun için imgesini yansıtmaktır.Bu yüzden ressamda bir aynadır,ruhu,iç ışığı yansıtır.

 

Picasso'nun bunu gerçekten anladığını sanıyorum,her ne kadar o sıralarda resimlerimiz bambaşka yollara sapmış olsa da.Gerçeküstücülerin tersine,değişik buyruklar kaos etkileri,bilinçaltı kırılmaları ifade etmeyi değil,bunları bir yapı,bir düzen, bir kuruluş sayesinde meydana çıkarmayı,gözler önüne sermeyi amaçlıyordum.Varlığın bu yoğunlaşmasını,gizini yerli yerini oturtabilmem gerekiyordu.Elbette her türlü dünyevi gelgeç hevesten uzak durarak.Bir portre ele geçirilecek bir ruh parçasıdır,bilinmeyende bir gedik açmadır.

 

Sanırım bu nedenden dolayı sevmiyordum Chagall'i.Malraux'yla aramızda büyük bir tartışma konusuydu bu.Onun resimlerine değer veriyor ve benim tereddütlerimi anlamıyordu.Ben her zaman fazla "hikayeli"buldum Chagall'i,resminde sahte bir şeyler olduğunu düşündüm.Naifliğini yapay buluyordum.Rilke'nin"Crac"adını verdiği harikalar diyarınagirmesini engelliyen aşırı bir hafiflik vardır Chagall'in resimlerinde.Küçücük bir öykü,çok kolay belli eder kendini,bir de nesnelerin ve varlıkların sarp,haşin,beklenmedik gizemini dışlayan bir kibarlık...Rouault da düş kırıklığına uğrattı beni:"resim böyle yapılır" diyen sıkıcı yanını,buluş yoksunluğunu sevmedim.Yaratıcılık yoktur Rouault'da dünyayı başka bir düzleme aktarmayı,ona iç özgünlüğünü vermeyi,onun iç mekanına erişmeyi bilmez.Portrelerimi "Crac"a girebilecek duruma getirdim her zaman ;Rilke'nin henüz on beş yaşımdayken benden istediği şeyi gerçekleştirdim .Gündüzün geceye,gecenin gündüze dönüştüğü bu küçücük mekanda,yine onun dediği gibi başka "harikulade güzellikleri" sezinlemek istedim.Bakmak gözlemlemek ve nüfus etmek yeterlidir.Ve gerçekten sevmek.İşte o zaman verir kendini,karanlık,uzak ve derin bir şey.1935'te yaptığım portresinde Lady Abdi'nin bekleyişi.Ya da 1936 tamamladığım portrede gevşek duruşu içinde gizemi delmeye hazır oluşu nedeniyle başına her şey gelebilecek Noailles Vikontesi'nin bekleyişi.

 

Geniş kıvrımlı perdeleri yırtmaya can atan,hayranlığa ya da şaşkınlığı o doğal yatkınlığı resmime de uyguladım:O da büyülenmeye hazır olmalı.

 

Bu büyülenmeyi,resmin harikulade dünyasına,ışığın bulunduğu bu derin topraklara girmeyi a priori kabullenmem gerektiğini ileri sürüyordu Rilke.Alışkanlıklarla bağdaşmayan garip anları,rastlantıları,resimlerime "uyarlamak" ve gerçekliğin görmemi sağladığı öte dünyalara nüfusetmek istedim sadece;bunları,gerçeküstücüler gibi,uyarılmış bilinçaltlarının,otomatik yazıların hurdalığında aramaya kalkışmadım.Rilke'nin şiirsel ve anlam yüklü bu dileği,beni" Crac"ın oraya,hakiki gerçekliğe ulaşmam için,çıraklık yıllarımdan başlayarak geçmem gereken bu dar yarığa çağırıyordu beni;ama" Crac"ta tıkanıp kalmamamı,görevimin "harikulade güzellikleri" gün ışığına çıkarmak olduğunu da ekliyordu.

 

Her şey öylesine yapay özentidir ki,resmin yol açtığı hem yeraltında ve gizli,hem de cıvılcıvıl gerçek hayata bir anda ulaştıran bu sıçrayış yoktur,bu yüzden büyük anlaşmazlıklar oldu gerçeküstücülerle benim aramda.Gerçeküstü gerçeklikten daha uzak değildir,sadece kırılgan bir geçiş söz konusudur ikisi arasında(örneğin genç kızın gazlambasının alevinde yansıması diye kovaladığı gece kelebeğimin saydam ve alabildiğine narin uçuşu)ve resim bu geçişi,bu sıçrayışı ifade edebilmelidir doğru olduğu sanılan şeye erişmek için aylar,belkide yıllar sürecek bir çalışmayı,derin düşüncelere dalmayı,kaygıları pişmanlıkları gerektiren bir uğraştan daha güç bir şey yoktur.Bunun içindir ki,üstüne sanat yapıtı yaftası yapıştırılan,gerçeküstücü oyunlar, o "leziz kadavralar"otomatik yazılar,bence sanat değil olsa olsa alıştırma,bir eğlencedir ve gerektirdiği tekniğin ötesinde metafizik,ruhsal bir yaklaşım gerçek bir çilekeşlik,tam anlamıyla derin,yoğun bir yaratıcılık isteyen resim sanatıyla hiçbir ilgisi yoktur bunların.Böyle bir oyun oynanamaz resimle,neyse ki gerçeküstücü diye nitelendirilen bazı ressamlar bu akım içinde yer almıyorlar benim gözümde.İlk başlarda alabildiğine özenli ve zengin eserler yaratmış olan Dali,gerçeküstücülükten kopamadı ama,örneğin Miro uzaklaşmasını bildi.Uçarılığı ,mizah duygusu,insanlık durumunu alaya alışı ve oyunsu yüceliği çok hoşuma gidiyor.Çok şey yarattı Miro,formlarına yansıyan bir insan gerçeği var.Ama Picasso'nun alay ettiği gibi,her şey "çembere" indirgenemez.Miro'da  matematik soyutlamadan önceki yapıtları son derece işlenmiş yapıtlardı .Ve evrensel resimde son derece gerekli gördüğüm o yoğun çalışmayı buluyordum onlarda.

 

Birden keşfedilmelere karşı her zaman temkinli oldum ,politikayı, haklı görünmek için demagojiyi .Müzelerdeki resimlerin oraları dolduran insan kitlesi tarafından algılanamayacağını az sayıda, hatta seçilmiş ziyaretçilerin daha çok vakit geçirmelerini, resimlerin bile yirmiye inmesi gerektiğini söylüyordum şaka yollu.Resim ,modern toplumun hiçbir zaman hayal edemeyeceği kesin bir zorunluluğa bağlıdır.Resimde ilerlemek ,resimde derinleşmek isteniyorsa,bu zorunluluğu ,bu yavaşlığı kabul etmek gerekir;bu da çağdaş ressamların katlanabileceği bir şey değildir.

 

Gerçek çağdaşlık,geçmişin bu tekrar yaratılmasında,onlardan,onların deneyiminden,buluşlarından hareketle keşfedilmiş bu özgünlükte boy verir .Ressam hiçbir şeydir resmin serüveninde,sadece bir eldir,bir aygıttır,ulaştıran kavuşturan daracık bir köprüdür o.

 

Resmettiğim alışılmadık ya da garip sahneleri Freud tarzında yorumlamayı asla düşünmedim(psikanalize karşı büyük bir güvensizlik duyuyordum):Düşü değil,düş kuran genç kızı ve onun içinden geçeni resmetmektir istediğim.Demek ki düşü değil, düş yolculuğunu.hayal kuran genç kızlarıma,yarı uyanık meleklerime,bu terk edilmiş gen kızlar yakıştırdığım düşlere,tuvali kendi varlığımla ağırlaştırmak riskini göze almak istemediğim için,komşudaki bir tanık gibi bakarak ve hep gölgede,sessiz kalarak yakalıyorum.Konunun biraz uzağında adeta yan durarak,bir başka görüş noktasını,genç kızlarımın sanki silinircesine içine gömüldükleri o başka iklimi yakalayabiliyorum.Eskilerin zanaatkarlara özgü çalışmalarını anımsamak gerek ve bu duraklayış,ansızın yakalanan bekleyiş,sonunda yenik düşürülmüş zaman etkisini verebilen o törensel hazırlıklarını...

 

Yenik düşürülmüş zaman:Sanatın belki de en iyi tanımı bu değil midir?

 

Michaux'un metinlerinde ve sonraki çini mürekkebi desenlerinde denediği şeyi resimde yapmaya kalkıştım örneğin.Düşlerin mekanını aktarmaya,özellikle de malzemeyle aktarmaya çalışıyordum:İncecik boya tabakasına vuran ışıkla saydamlıkları yakalamaya çalışıyordum.Tuvali ,kişilerin neredeyse havada yüzen halleriyle duyarlı kılmak,onlara sanki maddesizlermiş gibi esneklik vermek istiyordum.Düş kuran genç kız o içsel ve gizli titreyişlerini canlandırabilmeliydi tuval.Ve bu halleri yansıtabilmek için temel bir önem taşıdığını her zaman tekrarladığım ressamlık tekniğine,işçiliğine gerek duyuyordum kaçınılmaz olarak.Gesso'nun matlığı,hem zamanın geçişini hem de hayatın akışını ve içinde dolaşan özsuyunu hissettirmeliydi.Zaman ve zamanın titreşimi.İç alemin mekanı,perdenin ötesindeki mekan derdi Michaux olsa...

 

Tuvalin üstünde söylenenlerin yorum gerektiren hiç bir yanı yoktur.Söylenecek hiç bir şey de yoktur zaten.Tek başına,kendi kendine yetebilir tuval.Kodeks sözlük gerektirmez.Düşler gün boyu yaşanmış olanı devam ettirirler atölyede. Tuvalin gerçekliğine erişirler ve tedirgin edici garipliklerini kabul ettirirler.Herhangi bir çözümlemeye gerek duymadan.

HENRİ MİCHAUX'u inceliyelim biraz.

KARŞI

Bir kent kuracağım size papatyalarla! 
Kuracağım size harç koymadan, ölçüp biçmeden
Yok edemeyeceğiniz bir yapı,
Bir köpüren belirginlikle
Dayanacak ve şişecek, burnunuza anıracak bir yapı,
Hem de donmuş burnuna Partenonlarınızın, Arap
Ve Ming sanatlarınızın.

Dumanla, sıvaya dönüşmüş sisle
Ve davul derisinin sesiyle
Kaleler kuracağım size göz kamaştıran, yamyassı eden,
Karşılarında sizin kaç bin yıllık düzeniniz ve
Hendeseniz
Bir saçmalık, bir zırva, bir nedensiz toz kesilecek.

Ölüm, ölüm! Ölüm hepinize, yaşayanlara hiçlik! 
Evet! İnanırım Tanrı’ya! O bilmiyor bunu elbette! 
İnanç! İlerlemeyen için aşınmaz pençe,
Dünya! Oh a boğulmuş dünya, soğuk karın! 
Bir simge bile değil, hiçlik hep! Karşıyım, karşıyım
Karşıyım ve gebermiş köpeklerle besliyorum seni.
Tonlarla, anlıyor musunuz, tonlarla koparacağım
Sizin dirhem dirhem esirgediğinizi benden.
Yılanın zehiri can yoldaşıdır onun,
Can yoldaşıdır ve bilir gerçek değerini.
Kardeşler, cehennemlik kardeşlerim benim,
Güvenle gelin ardımdan.
Kurt dişleri kurda saldırmaz,
Saldırdığı koyun etidir.

Karanlıkta daha açık göreceğiz kardeşlerim.
Labirentte bulacağız doğru yolu.
Burada sana yer var mı, iskelet, bıktırıcı, sidikli, çatlak çömlek? 
Gıcırdayan makara, nasıl da duyacaksın dört dünyanın gergin halatlarını
Onlarla bağlayarak parçalatırken seni!

VE BÖYLE HEP

Ve böyle hep kargıyla delinmedir bu
üşüşen arılar gözün üstüne
üşengenlik
ve böyle hep çıplak böğürdür

ve böyle hep diri diri gömülendir bu
ve böyle hep yıkılmış tapınak 
ırmağa karşı savaşan kirpik gibi güçsüz kol
ve böyle hep geri dönen gece

boş ve gözetleyen uzay


Ağrıyan ve sızılı kalan bir dişe,
Dallarını bir taşlığa yayan,
Hesaplarını göstermeden güzelliğini biçimlendiren ve sanat eleştirmesi yapmayan bir arokaryaya,
Yazları çıkan toza, titreyen bir hastaya,
Bir damla yaş akıtan ve böylece kendini yıkayan 
göze,
Üst üste biriken, ufku daraltan, gene de gökyüzünü düşündüren bulutlara,
Geceleyin bir garın ışıklarına, varılan ve tren olup olmadığı bilinmeyen bir garın,
Hindu sözcüğüne, hiç gitmediğiniz bir kentin bütün sokaklarını dolduran,
Ölüm üstüne anlatılan şeye,
Bir yelkenliye okyanusta,
Altındaki tavuğa saz yaprağının, yağmurlu bir 
öğle sonu,
Büyük bir yorgunluğun okşanmasına, çok sonra yerine getirilecek bir söze,
Kaynaşmaya bir karınca yuvasındaki,
Bir akbaba kanadına, öbür kanat dağın karşı 
yamacındayken daha,
Alaşımlara,
İliğe, yalanla birlikte,
Körpe bir bambuya, o körpe bambuyu kıran 
kaplanla birlikte,
En sonra bana benzer,
Daha sonra da ben olmayana,
Bu yol'la, ey sen ki yol'umdun benim.

Michaux (1899-1984)

 

Michaux şiirlerinde insanlığın durumuna karamsar bir gözle bakmış, bireyin, kendisini baskı altında tutan yaşamı anlamlı kılmasının olanaksızlığını vurgulamış, gerçek yaşamın boşluğu karşısında düş gücünün zenginliğine yönelmiştir. Birbiriyle çatışan gerçeküstücü imgeleri, varoluşun saçmalığını yansıtır. Bazı şiirleri gelişigüzel bir söyleyişe ve ritim oyunlarına yer verir. Michaux ayrıca düzyazı şiirler de yazmış.

 

Michaux erken dönem resimlerinde Gerçeküstücülük'ün otomatizim ilkesinden hareketle,ruhsal imgeleri kullandı.Siyah fon üstüne guvaşla çalıştı.Hayaletler adını verdiği bu yapıtları Art informel'in öncü örneklerinden sayıldı.1950 den sonra mürekkep çizimler yaptı .Uzaydan gelenlerle dünyalıların savaşını betimledi,resimlerinde hareketi, hızı, uçuş duygusunu vurguladı.Kimi zaman bireyin toplum tarafından ezilişini,kimi zaman yaşamın hiçliğini,kimi zaman da çevredeki nesnelere ve günlük olaylara karşı tam bir yabancılaşmayı ;iç ve dış dünya arasındaki çatışmayı içeren resimler yaptı.

 

 

BALTHUS'a devam ediyoruz bize Fellini ile dostluğundan bahsediyor;çok iyi anlaşıyorduk , çünkü ikimiz de aynı arayış içindeydik,aynı arzuyla tutuşuyorduk:Fellini,çağıl çağıl devingen görüntüleriyle;ben durağanlığı sonunda tedirgin edici ve kaygılandırıcı olmak isteyen ve varlıkların en derin gizine erişebilmek için,sonunda tıpkı onun gibi,devingen görüntüler tasarımlayan resmimle.İkimiz de geçmek,aşmak-ve yine hep o sözcüğe geliyoruz-erişmek istiyorduk.

 

Fellini resimlerim için "unutulmuşluktan kurtarılmış,ışığa kavuşturulmuş kalıntılar gibi görünüyor demişti.

 

Bir şeylere erişmek;Işıklandırılmaların,Baudelaire'in deyişiyle o "derin aynaların "camların yansıttığı mumların duvara can vereceğini ve kimsenin beni zorlamadığı bu işin bir yaratıcılık değeri taşıdığını,dünyanın büyük sorgulanması içinde,onun "zuhuru" içinde ruhsal ve kişisel bir ilerleyiş olduğunu biliyordum.

 

Bach'ınyaptığı da budur:Hep aynı motife geri döner,hafifleterek gerilimini daha çok, arttırarak.Cezanne'da dönüp dönüp Sainte-Victoire dağını işliyordu;dağ manzaranın içinde bir kuvvet çizgisine,bir tel gerilimine dönüşünceye dek.Gerçek birer elmayken dairelere,gezegenlere,özlere,çizgilere dönüşen,ama tüm elmalıklarını,kütür kütürlüklerini dışavuran meyvalarındaki yaklaşımı da aynıydı.

 

Ressam öykücü gibi davranmak zorunda değildir.Öyküye yer yoktur resimde.Bir tablo,bir konu,kendilerini kabul ettirirler,ancak onlar bilir tüm derinlikleri,tüm ayartmaları.Olup biten hiçbir şey yoktur bir tabloda,sadece kendisidir o,tablo olarak vardır ya da yoktur;Baudelaire,bir şiir yazılmadan önce de vardır,aksi halde,şairin kotardığı, öykümsü, saptırılmış bir şey olurdu sadece,diyordu.Gerçek bir tablo bir şiir,böylesi olağanlıklara düşmez;müthiş bir özgürlük, hiçbir şey istemeyen, haşin bir şiddet vardır onda.Bu anlamda sanatçı,çok uzak bir zamanda,örneğin Lascaux mağarasında,hatta büyük olasılıkla ondan da çok önce başlamış bir zincirin halkasıdır ancak.Lascaux'ya göre Chardin'in bir üstünlüğü yoktur,aynı mertebededir her ikisi de.Bütün bu yaratıcı merziller,aynı şarkıya,dünyanın şarkısına hakkında hiçbir şey bilmediğim ,ama bana göz kırpan,bir kaç ışık ya da yıldız parıltısı binlerce yıllık dünya hazinesine aittirler.Ve sanatçı,onları aydınlatan ateşi,onları kıvılcımlandıran ocağı yeniden bulmak isteğiyle tutuşur.Mozart bunu biliyor;bu gizemli hazineden müziğinin onca akıcı,devinimlerini çıkarıyor,yüceliğiyle onları gün ışığına çıkarmayı,günümüze ulaştırmayı beceriyor.Bunun için taparcasına dinliyorum Mozart'ı.Neredeyse kutsal bir tat alarak,içim sevinçlerle dolarak .Mozar'ı dua eder gibi dinlemeli, çünkü dünyanın gizli titreşimlerini yakalayabilmiştir onun şarkısı.Resimde de aynı kutsal inanç, aynı yüce uyum arayışı sarmalamalıdır sanatçıyı .Manzara ya da çocuklar, bu mucizevi duruma erişirler bazen;onlar benim malzememdir:Bir çoçuk yanağının adeta pudralanmış kabartısı ya da ilk donlardan önce ağaçtan düşmüş bir ayvanın tebeşirimsi sertliği Bauodelaire'in sözettiği benzeşmeleri hatırlayalım bir kez daha :"körpe kokular vardır çocuk tenleri gibi /obualar gibi tatlı,çayırlar gibi yeşil..."

 

OKUDUKLARI

 

Okumak, insanı mitoslara ulaştıran anayoldur.Green,Char,Jouve,Michauc,Artaud,üstünde bir süre yürüdüğüm yollar oldular;bir yandan da kutsal kitab'ın ve ermişlerin kutsal metinleri,Dante,Rilke,Pleiades şairleri,büyük çin yazarları,juan de la Cruz ve Avila'lı Teresa gibi mistikler ve bu arada Lewis Carroll,Almanya'nın has romantik şairi Ludwig Tieck,Hint destanları...tüm bu metinler,yazarlar yaşam çizgimi belirlediler.

Zaman kaymalarına,ara durumlara ya da hiç bilinmedik durumlara,dünyanının iklimlerinden uzak iklimlere bu düşkünlüğüm büyük ingiliz şairden o kadına geçmiş olabilir.Kahramanı Alece sayesinde çocukluğun büyüleyiciliğini canlandırmamı sağlayan yazar,kuşkusuz Lewis Carroll'dır.Hiç bilinmeyeni,gizli ve alabildiğine masum olanı,çocuktaki melek özünü ve çocukların gerçek doğasını,hepsini anlamıştı o. Lewis Carroll bir matematikçidir.Çalıştığı fakültenin dekanının kızıdır Alice ,onunla sıkça vakit geçirir ,ona yazdığı öyküler çok beğenilince kitaplaştırmaya karar verir. Victoria dönemi ,siyasi bir taşlama, psikanalizin yeni çıktığı zamanlarda bunun bilinçaltı imajları olduğunu söyleyeni de olur. Carroll'un dünyasının derinliklerinde hastalık aramanın yersiz olduğunu düşünüyorum  .Çoçukla yakınlaşması, zihninde, hep yanında taşıdığı bu öyküde, bir kız çoçuğunun öğrenilmiş, kabul edilmiş, köreltilmiş, gerçeğe hapsedilmiş,dünyası olmadığından, kendi zihnindeki hikaye ile küçük kız çoçuğunun zihni arasında paralellik kurmuş olduğunu,hatta zaman zaman hikayeyi birlikte geliştirmiş olabileceklerini. düşünüyorum.Zamanın ters akması ,önce sonucun sonra sebebin olmuşması .Bir kız çoçuğunu cesur ,korkusuz merakının ,yeni bir kadın kimliği ve gerçeklik arayışı olduğunu düşünüyorum...............................

 

Dostum Michel Leiris'i düşünüyorum.Kardeşim Pierre Klossowski'nin "muamma"adını verdiği,bir başkasını iletilmesi imkansız olan o şeye nasıl erişilebilir?"Her insanda başkasına iletilemez gizli bir öz vardır" diyordu toplumsal alanın düzenleyici yasalarına uymayan,onllarla özleştirilemeyen ve ben'i kesinlikle tek,biricik kılan şeydir bu.Başucu yazarlarımdan Meister Eckhart'ın "uçurumun derinliklerindeki öz"dediği şeyin tıpa tıp benzeri bu başdöndürücü öze,öznenin kerdisi bile erişmeyi umut  edemez Bunun içindir ki örneğin birçok eleştirmenin ve birçok kişinin tablolarımla ilgili uluorta erotik yorumlarını kesinlikle reddediyorum.İçinde bir dikizci olarak yer alacağım ve itiraf edilemeyecek ya da manyakça bir takım eğilimlerimi farkına bile varmaksızın(özellikle farkına varmaksızın) ortaya dökeceğim bir bakış açısıyla yapmadım ben bu resimleri; sonunda özgürlüğüne kavuşacak ve o zaman olağanüstü doğasını, mitolojik boyutunu açığa vuracak,rastlantısal,öngörülemeyen,okunamayan ve derin bir gerçekliği,kendi oluşumunu gözler önüne serecek düşsel bir dünyayı yansıtan bir bakış açısından yaptım,soyunmuş genç kızların sıkça yer aldığı bu tabloları, bu desenleri.

 

Demek ki Düş Gören Therese'de ya da Oda'da aynalar ya da anatomiyle libidonun uygunsuz biçimde birleşeceği erotik eylemler görmek doğru olmaz.Sözün o kavranılamaz,anlaşılamaz yanında başka bir şeyle anlatılamayan,bununla birlikte durmaksızın titreşen, çınlayan ve Camus'ün deyimiyle "dünyanın çarpan kalbi"nin bir parçası olan şeyi yakalama çabasını görmek gerekir bu resimlerde.

 

Kardeşim Pierre De resim zaman zaman erişilir kıldığı bir garip simyayı.Önce bunu sözcüklerle açıklamayı denedi ama sonunda,biriz Rimbaud gibi,sözcükleri terketti, resim ve desen deneyimini yeğledi,kendini bütünüyle bunlara adamaya karar verdi.Bu gereksinim yavaş yavaş yer etti onda ve "tablonun sessiz konuşması"dediği şey uğruna romanlarını terketmeye zorladı."İmage bir kudrettir"diyor,ben de yürekten inanıyorum buna;ve ekliyor."tanrısallığın tecellilerini derinleştirmeye çalışmıyorum"Tabloyu sözcüğün tanrıbilimsel anlamıyla bir dünyaya geliş ,İsa'nın dünyaya gelişi gibi görmek,onun okunulmazlığını kabul etmek gerekir,tıpkı Meryemana'nın meleğin ziyaretinden sonra,kendi bedeninde meydana gelecek şeyi hiçbir zaman açıklamaya kalkışmaması gibi.Birden bire belirmenin masumiyetidir bu.

 

İnsanoğlu bana öylesine yoksun,Saint-Exupery'nin dediği gibi,öylesine "dünyaya bırakılmış"göründü ki ben de şu pek kutsal soyutlama adına terkedimliş portre sanatına yöneldim yeniden.Bern Tarih Müzesi'ndeki sösle anlatılamayacak kadar eşsiz portreleri,Holbein'ın Cranach'ın,Le Nain kardeşlerin portrelerini uzun uzun gözlemledim,hayran kaldım,kopya ettim.Kimliklerinin can alıcı özellikleriyle yakalanmış,sırma işlemeleri giysileri içerisinde neredeyse naif görünüşlü kişilerin ısmarlama portreleriydi bunlar.Temsil ettikleri tarihsel ya da yerel gerçekliğin ötesinde, varlıklarının en gizli yanını dile getirmeyi başarıyorlar,daha önce sözünü ettiğim "uçurumun derinliklerindeki öze" erişiyorlardı sadelikleri sayesinde.Kendimi portreye adayarak,bana poz veren kişileri,simgesel,kurgusal,görüntüsel gerçekliklerine kavuşturmak istiyordum ben de.Halk sanatı her insanda varolan bu giz yanını çoğu zaman yansıtmayı başarmıştır,çünkü ruhbilimsel bölgelere dokunmaz,ama yalın naifliği içerisinde asıl doğasının gerçek nabzına erişir.İfade edilmesi çok güç bir şeydir bu;benim içinse bir yana çekilip meydanı resme bırakmak gerçekten daha kolay.

 

Portreler sosyolojik belgeler değil;ne kadar derine gömülmüş olursa olsun,her zaman diri kalabilen ,narin ve güçlü ruh parçacıklarıdır.Ve tablo tüm haşmetiyle yeniden gün ışığına çıkarır,simgesel bir güç verir sanki onlara.Böylece siyah aynalı Japon kız ya da Kırmızı Masalı Japon Kız için poz veren Setsuko'da yeniden bulmak istiyordum,büyük Çin resminin yüce soyluluğunu,bu resmin geliştirdiği devinimsiz ve mutlak sessizliği.Onun alışılmamışlığını ve erişilmez donukluğunu.

 

MozartI,onon derinliğini,neşesini uçarı umursamazlığını ve derin acısını dinlerken,ömrümün bu akşamında hiçbir şey boşuna önemsiz olmadı diyorum kendi kendime.Baştan sona yaşadığım yüzyıl,beni büyüledi ve yolumu belirledi.Tanıdığım kişiler kurduğum dostluklar,en yaratıcı beyinlerle bu yüzyıla damgasını vurmuş olanlarla tanışma olanağını verdi bana:Camüs'yü,Saint Exupery'yi, onun pierre jean Jouve'larda tantanalı öğleden sonralarına,sonunda cıvıl cıvıl neşe katan sevimli ve konuşkan eşi Consuelo'yu ;olup olabilecek en gizemli insanları:Maurice Blanchot'yu,Louis-Rene des Forests'yi ,Henri Michuux'yu;en yıkıcılarını;Bataille'ı,Pieyre de Mandiargues'ı Daumal'i;enruhsallarını,Marie Maddeleine Davy'yi Guitton'u Jean-Paul ;Picasso'dan Dali'ye Bonnard'dan Derain'eMatisse'ten Braque'a varıncayadek XX.yüzyılın yaratıcı ressamlarını tanımamı  sağladı.Ve hepsi de -ne gariptir ki-en eskilere,büyük klasiklere,hayran olduğum ve derinlemesine incelediğim şeylere,savaşın her türlü felaketin sürgünlerin,ayaklar altına alınmış manevi değerlerin kefaretini ödeyen( dostlarımla birlikte bunun en canlı tanığı oldum ben) Avrupa kültürünün paha biçilmez hazinesine götürüyorlar beni.,,Zedelenmiş unutturulmuş ruha tekrara kavuşmak için güçlüklere katlanmak,dünyayı yeniden büyülü kılmak için çalışmak gerekir.İster İsviçre toprağına demir atmış sevgili Ramus gibi yerleşik,ister Rilke sayesinde keşfettiğim ve Çin dönüşü getirdiği şiirlerle "çeşitlilik" dediği şeyin" tüm evrenle alabildiğine zenginleşmek" anlamına geldiğini sezinleten Segalen gibi gezgin olalım,nesnelerin çok ötesinde,onların farklılıklarında aramak gerekir en yasak gizleri.Resim yapmak Çin ve tüm evren'e erişmektir benim için,çünkü orada görülen dağlar,en derin kuyulardır aynı zamanda.Yok oluşlara karşı tek çareydi resim.Güzellik'in güvenliğini sağlayacak,onu koruyabilecek biricik dağdı.

 


Balthus | İndir

DİĞER YAZILAR

Dans müzik ayinler neşe renk

Dans müzik ayinler neşe renk

Sanat'a Dair

Yeni Sanat Tarihi

Yeni Sanat Tarihi

Sanat'a Dair

Rastlantı Tanrısı

Rastlantı Tanrısı

Sanat'a Dair

Postmodern Çoğulculuk

Postmodern Çoğulculuk

Sanat'a Dair

Kitsch

Kitsch

Sanat'a Dair

Sanat Gerçekçi, Hakiki ve Güzeldir

Sanat Gerçekçi, Hakiki ve Güzeldir

Sanat'a Dair

Leibniz

Leibniz

Sanat'a Dair

Kandinsky

Kandinsky

Sanat'a Dair

Balthus

Balthus

Sanat'a Dair

Ahlak

Ahlak

Sanat'a Dair

Sosyal

Sosyal

Sanat'a Dair

Estetik

Estetik

Sanat'a Dair

Feuerbach

Feuerbach

Sanat'a Dair

Kişisel Notlar

Kişisel Notlar

Sanat'a Dair

Gerçeklik Sorunu

Gerçeklik Sorunu

Sanat'a Dair

Gödel-2

Gödel-2

Sanat'a Dair

Gödel-1

Gödel-1

Sanat'a Dair

Boşluk Nedir?

Boşluk Nedir?

Sanat'a Dair

Akıl Nereye Gidiyor

Akıl Nereye Gidiyor

Sanat'a Dair

Spinoza ve Aşkın Diyalektiği

Spinoza ve Aşkın Diyalektiği

Sanat'a Dair

Alev Alatlı

Alev Alatlı

Sanat'a Dair

Atina Okulu

Atina Okulu

Sanat'a Dair